Monday, July 16, 2012

Bir 93 yazında yitirdim çocukluğumu









Bu sene çok yazdık Sivas hakkında. Ne yazık ki Menekşe'den Önce Belgeselini izleyemedim. Ama fragmanında bile gözyaşlarımı tutmam mümkün olmadı. Öfkem öyle bir doldu taştı sonra o insanların nasıl mağrur ve gururlu ama kırgın olduklarını gördüm ve sustum ve sadece ağladım. Orada ağlayan ananın en iyi gününüz bizden kötü olsun bedduası içimi parçaladı. Sen ağlama ana diye sarılmak istedim ona. 




Ben daha on yaşında bir çocuktum oysa. Orada ölenleri tanımazdım bile. Bir Ali Balkız'ı bilirdim yangından kurtulanlardan o da abimin ilkokul hocasının abisiydi, oradan tanırdık. Öyle bir korku vardı ki bizim evde, biz o yaşlarda öğrenmiştik Alevi olduğumuzu. Ama sıkı sıkı tembih ederlerdi hiç bir yerde söylemeyin diye. Oysa Malatya'ydı orası, hani öyle Alevi'de yaşardı. Korkacak ne vardı ki, Alevi olduğumuzu bilseler ne olacaktı diye düşünürdük aklımızca. Bugünde aynı kafadayız ama anne babamı da anlıyorum. Kolay değil 80 darbesi sonrası Türkiye'sinde Alevi olmak. Anlamazdık insanlardan neden bir şeylerin saklandığını. Korkuturlardı bizi mesela hatırlarım bir marş öğrenmiştik abimle, Maraş hakkında, Çorum hakkında, Denizler hakkında bu ülkede yaşanan katliamlar, asılan gencecik fidanlar hakkında. Babamın bize nasıl bağırıp çağırdığını, bizi nasıl korkuttuğunu hatırlarım. Bir daha söylemeyeceksiniz bu şarkıyı derdi. Saatlerce sormuştu bize kimden öğrendik diye. Çocuk aklımızla nereden öğrendiysek artık, galiba o zamandan kalbimiz nereden atacağını biliyordu. İşte öyle zamanlardı, 1993 yılının önce Ocak ayı geldi. O unutamadığım, hafızama kazınan kanlı görüntüler. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adam Uğur Mumcu öldürülmüştü o gün. İşte o gün anlamaya başlamıştım nasıl bir ülkede yaşadığımızı. İlk travmaydı, ilk büyük tokattı bana. Hayatımdaki hiçbir şey ne aşklarım, ne kaybettiklerim ne kazanamadıklarım hiç bir şey bir Pazar sabahı Ankara'da etrafa saçılmış et parçaları kadar unutulmaz olmadı. Bugün bile aklımda o görüntü. Daha 10 yaşında bir çocuktum ve saatlerce o televizyonun başında cenazeyi izlemiştim. Hiç tanımadığım, hiç bir yazısını okumadığım ve okusam da anlamayacağım bir gazetecinin cenazesini izlemiştim. O zaman bende gazeteci olmalıyım diyordum kendi kendime. Ama hep öğretmen olmak istediğimi söylerdim. Kendime verdiğim sözü tutum ama istediğim gibi de olmadı. 




Bu 93'ün ilk darbesiydi bana. Oracıkta kan kaybetmeye başlamıştı çocukluğum. O nasıl bir yıldı öyle. İlk defa 23 Nisan törenlerine katılmıştım ve Özal öldüğü için bando çalmadan yürümüştük. Aylardan Temmuz'a gelmişti. Bizim için öyle anlamı ve önemi yoktu hani. Hatırladığım 12 İmamlar filan denk gelirdi çocukluğumda bu aylara. Günlerden 2 Temmuz'du ve Televizyonlarda yanan bir otelin görüntüsü, öndeki kalabalık Allahû Ekber nidalarıyla, kafirler diye bağırarak oradaki 33 Canımıza kast ediyorlardı. Peki ben biliyor muydum tüm bunları? Hayır ama nedense tutamadım göz yaşları mı? Babam ağız dolusu küfür ediyordu, annem bir kenara geçmiş gözleri yaşlı. Belki bende anneme bakarak ağlamıştım. Ama içim sızlıyordu hatırlıyorum. Öfke yoktu ama daha neye öfkeleneceğimi bile bilmiyordum. İşte ben orada kan kaybeden çocukluğumu yitirdim. Orada kalbimin bir yarısı yandı. Ondan sonra öğrendim sevmeyi. Ama o günden beri unutmadım ben. Sivas'ı unutanlar oldu aranızda. Belki çoğunuza sorsak yerini bulamaz haritadan. O günü bilirim ben beyler, atıp tutanları. Aziz Nesin'i tüm bu kalabalığın insanları yakmasının sorumlusu gibi gösterenleri. Menekşe'den Sonra Belgeseli'ni izlemediyseniz, bari fragmanına bir göz atın. Gerçekten her izleyişimde içim yanıyor benim. Hatırlıyorum 32. Gün'de çalıştığım zamanlarda 28 Şubat Belgeseli'ni çekiyorduk. Madımak Katliamı da konulardan biriydi. Bir röportaj sırasında, şimdi kim hatırlamıyorum ama oteldeki gazetecilerden biriydi. Onun anlattıkları sırasında ağlamamak için kendimi öyle sıkmıştım ki röportaj sonrası kıpkırmızı olmuştum. Gözyaşları akınca kafamı çeviriyor, arkamı dönüyor ve siliyordum. 




Aslında sadece tanıklığını anlatıyordu ama ben hayal ediyordum. O an aklıma geliyordu, o görüntü, otelin alev alev yandığı görüntü. O hiç aklımdan çıkmayan görüntü. Ve bugün Hıncal Uluç'un yazısını okuyunca tekrar o görüntü geldi aklıma. Uluç bugünkü yazısında CHP Sivas'ta yaşananları sahiplenecek son parti demiş. Bende bunu anlamıyorum işte, o zamanlar Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı diye CHP sahip çıkmasın mı? Hem söyleyin bana bu ülkede Başbakan Yardımcısı olarak elinden geleni yapmasına rağmen İçişleri Bakanlığı'nın işgüzarlığı nedeniyle olaya zamanında müdahil olamayan Erdal İnönü dışında hangi devlet büyüğü açıkça özür diledi bizlerden. Hem hangi parti sahip çıkıyor sayın Uluç, kim bu ülkede bir şeylerin ters gittiğinin farkında. Kim susmayan, muhalif olan ve sonuna kadar Madımak'ı unutmayacak Alevilerin yanında. Evet belki orada Kılıçdaroğlu'na tezahürat yapmanın yeri değil ama bunu gidip Madımak'ta Canlarımızı diri diri yakanlarla aynı kefeye koymak en hafifinden haysiyetsizliktir. Neyse birileri bu ülkede her şeyin yolunda olduğunu sanmaya devam etsin. Ben hiç bir şeyin yolunda olmayacağını 10 yaşında öğrendim. 20 yaşıma geldiğimde belki bir şeyler olur diye umudum vardı. Yaş neredeyse 30 oldu ve anladım ki bu ülke dün neyse bugünde o ve yarın da böyle kalacak. Çamlıca tepesine sürpriz sayıda minareli koca bir cami dikmeyi medeniyetten sayan bir zihniyetin memleketi nereye götüreceğini sanıyorsunuz ki? İzlemeyenler için Soner Yalçın'dan Menekşe'den Önce belgeseli. Sözün bittiği yer tam da burası...












No comments:

Post a Comment